30 Aralık 2014 Salı

KUYRUK ACISI


Vakti zamanında adamın birinin yürüyerek bir saat mesafede çorak bir tarlası varmış. Her gün sabah ezanı ile kalkar tarlasına gider çalışırmış. Her gün yorulunca dinlendiği tarlasının kenarındaki gölgelik büyük kayanın dibine sırtını dayayıp oturmuş. Kayanın altındaki kovuktan bir ses gelmiş. "Korkma ben bir yılanım" demiş ve meydana çıkmış. Adam ürkerek yılana bakmış ve pür dikkat dinlemeye başlamış yılanı.

Yılan; "Senelerdir bu kovuktan seni seyrediyorum. Çok çalışkansın, hiç bıkmadan usanmadan bu çorak tarlanı ekip biçiyorsun. Artık dinlenmeyi hak ettin. Yine tarlanla uğraş. Bana her gün bir tas süt getir, ben de sütü içtikten sonra tasına bir altın atayım. Yalnız sakın ola ki bizim bu sırrımızı hiç kimseye söyleme." demiş.

Adam her gün tarlasına giderken yılan için bir tas süt götürmeye, yılanın verdiği bir altını almaya başlamış. Aradan bir hayli zaman geçmiş. Adam yılanın verdiği altınlar ile bayağı zenginlemiş, hanlar hamamlar yaptırmış, çoluğu çocuğu refah içinde yaşamaya başlamış. Adam çok zengin olmasına rağmen yılanı aç bırakmamak için her gün tarlasına gidip yılana bir tas sütünü götürmeye, yılan da adamın her gün tasına bir altın bırakmaya devam etmişler.

Bir gün adam çok hastalanmış, günlerce yatağından kalkamamış. Aklı sürekli yılanda, süt götüremediği için aç kaldığına çok üzülüyormuş.  Dayanamamış, oğlunu yanına çağırmış. "Oğlum; bak ben hastalandım, ayağa kalkamıyorum. Sana bir sır vereceğim. Sakın ola ki söylediklerimin dışına çıkma, yanlış bir şey yapma. Biz bu zenginliği nasıl elde ettik anlayacaksın. Bana söz ver."

Oğlu da adama; "Tamam baba, sana söz veriyorum dediklerin ne ise onu yapacağım."

Bak oğul; "Bizim çorak tarlanın kenarında büyük bir kaya var. O kayanın artındaki kovukta bir yılan yaşıyor. Bir gün yılan dile gelip benden her gün bir tas süt getirmemi istedi. O da bana her gün bir altın verdi. İşte biz bu zenginliğimizi böyle elde ettik. Kaç gündür hastalandığımdan gidemiyorum, yılanı da çok merak ediyorum. Şimdi sıra sende. Benim yerime her gün sen bir tas sütü götür, yılanın tasın içine bıraktığı altını al gel. Sakın ola ki yılana bir zarar verme." der.

Adamın oğlu babasının sözünü tutar, her gün yılana bir tas sütü götürmeye başlar. Aradan bir hayli zaman geçtikten sonra, şeytan işe koyulur, oğlanın aklını çelmeye başlar.

Oğlan; "Ben ne diye her gün bir saatlik yola gidip geleyim. Her gün bir tane alacağıma yılanı öldürür altınların hepsini birden alırım" der. Ertesi sabah yılana sütü götürürken yanına bir de balta alır. Sütü yılanın önüne koyar. Yılan sütü içmeye başlar, fakat çok tedirgin olur oğlanın hareketlerinden. Sütünü içerken oğlan baltayı yılana sallar. Ancak balta sadece yılanın kuyruğunu koparır. Yılan da oğlanı ısırarak zehirler öldürür.

Babası günlerce oğlunun eve gelmediğinden kuşkulanır, merak eder. Hasta haliyle yatağından kalkar, yılanın kovuğuna gider. Bir de bakar ki oğlu kayanın dibinde ölmüş, kalmış.

Oğlunu toprağa verdikten sonra yine yanına bir tas süt alarak yılanın kovuğuna gider. Sütü kovuğun kenarına usulca koyar, beklemeye başlar. Yılan yavaş yavaş kovuğundan çıkar. Adam yılanın kuyruğunun kesilmiş olduğunu görür, çok üzülür.

Yılan yine dile gelir; "Ben sana sırrımızı kimseye söyleme demedim mi? Herkes senin gibi iyi, şefkatli, muhterem bir insan olamaz. İnsanları hırsları mahveder, kahreder, bitirir. Onlardan biri de senin oğlundu, kanaatkar değildi. Aza tamah etmeyen çoğu bulamaz. Ben senin getirdiğin bir tas sütü son kez içeceğim, tasına da bir altını bırakacağım."

Adam; "Ben seni bırakmak istemiyorum."

Yılan; "Yoook olamaz artık, mümkün değil. Sen de acıların en büyüğü evlat acısı, yürek acısı var. Bende de kuyruğumun acısı var. Bundan sonra ne sen beni gör, ne de ben seni göreyim. Sen yoluna ben kovuğuma." der.

YILDIZ AÇAR

BÜYÜKLERE ÖZLEM


Canım Halam, canım Metin Dedem;

Severim sizi çok.

Siz benim gönlümde bir çiçek gibi açarsınız.

Kalbimde ise bir Meleksiniz.

Gidersiniz Mersin'e.

Özlerim sizi çok.

Konuk Şair

YAREN TAŞKIRAN

23 Aralık 2014 Salı

CUKKA


            Vakti zamanın birinde şehirde oturan Neriman Hanım köyde oturan akrabasına gitmeye karar verir. Köye giden son atlı arabaya binerek köye gider. Köy yolunda arabadan iner, akrabasının evine doğru yürüyerek gider. Bir de bakar ki kapılar kilitli, akşamın karanlığı çökmüş, ne yapacağını bilemeden kala kalır. Sağına soluna bakınırken köyde "Kör Hasan" olarak bilinen eli bastonlu iki gözü kör bir adam görür. Akrabasını adama sorar. O da akrabasının buradan göç ettiğini, nerede olduğunu bilmediğini söyler. Kadın çok üzülür, ne yapacağını bilemez.

            Adam "adınız nedir, nerede oturursunuz" diye kadına sorar. Neriman Hanım da adama daha sonra başına musallat olmasın diye isminin Habibe Hanım olduğunu, adresini belirtmeden şehirde oturduğunu söyler. Kör adam "bu gece bende kal, sabah ilk araba ile dönersin" der. Kadın da çaresiz, birlikte adamın evine giderler.

            Kadın "ben hemen yatıp uyuyayım sabah da erkenden kalkar giderim" der. Hava da bir hayli serinlemiş, soğumuştur. Adam "sana şu cübbemi vereyim, üzerine ört üşümeyesin Habibe Hanım" der. Aradan bir zaman geçtikten sonra kadın tedirgin bir halde uykuya dalarken kör adam yanına yanaşır, kadını taciz etmeye başlar. Neriman Hanım da korku ve hışımla adamı silkeleyip bir kenara fırlatır, cübbeyi de sırtına sarıp sarmalayarak evden koşarak kaçmaya başlar. Adam kadının arkasından "Habibe Hanııım dur, gitme, gideceksen cübbeyi bırak da git" diye bağırır. Ancak hava çok soğuk. Kadın ne yapsın. Adamın sözüne aldırış etmeden cübbeye sıkı sıkı sarınarak koşa yürüye anca sabaha kadar şehirdeki evine ulaşır.

            Yorgunluktan hemen uykuya dalar. İkindi zamanı uykusunun arasında sokakta bir bağırtı duyarak yatağından kalkar. Penceredeki perdenin arkasından sokağa bakar. "Habibe Hanııım, Habibe Hanııım cübbenin yarısı seniiin yarısı benim" diyerek bağıran köydeki kör adamı görür. Kadın adamın köyden kaçarken arkasından cübbe de cübbe, şehire gelip sokaklarda cübbe de cübbe diye bağırmasına şaşar kalır. Hemen bir kenara fırlatıp attığı cübbeyi eline alır sağını solunu yoklamaya başlar. "Ne kadar da ağırmış bu cübbe, sırtımdayken hiç de farkına varmadıydım, şu cübbenin astarını sökeyim de içine bir bakayım" der.

            Ayırınca cübbeyi astarından, içinin tamamen yünle kaplanmış olduğunu görür. Yünleri hışımla tiftiklerken arasından çil çil altınlar yere dökülmeye başlar. "Vaaay seni gidi Kör Hasaaan vay" der. Bu cübbeyi kullanarak kim bilir ne canlar yaktın, beni de hem namusumdan, hem de şerefimden edecektin. Yok öyle yağma, cübbe değil ama bu CUKKA'nın tamamı benim der kendi kendine. Kör Hasan da Neriman Hanım'ı Habibe Hanım diye bildiğinden, emsalini, adresini de bilmeden sokaklarda bağıra çağıra deli divane arayıp durur.

Yıldız Açar  

21 Aralık 2014 Pazar

TOROS BEKİRALANI YAYLASINDA SABAH UYANIŞI


Sabahın seherinde şakır şakır bülbül sesleriyle açarsın gözlerini.

Ruhuna bülbüllerin söylediği şarkı nağmelerinin mutluluğu dolar içine.

Öyle güzel şakır ki mutlulukla kalkarsın yatağından.

Ne gam, ne keder, sadece bülbüllerin sesi çınlar kulaklarında.

Hemen koşarsın mutfağa, yakarsın ocağı, demlersin sımsıcak çayını.

İnersin bahçeye, güller, nergizler, papatyalar arasında

Kamelyanda bülbüllerin sesiyle edersin kahvaltını, yudumlarsın çayını.

İşte doğa, işte sevgi, aşk, sevda, mutluluk bu.

Şehrin kavgasından, gürültüsünden, pis havasından kurtulmuş.

Bülbül sesleriyle hayatı, mutluluğu devam ettirirsin.

İstemem malı mülkü, neyleyim köşkü sarayı.

Arkamda çam ormanı, önümde yüce dağın etekleri.

Bana bülbül sesleriyle bu yaşam yeter.

Yıldız Açar