30 Aralık 2019 Pazartesi

30.12.2019 - SEVGİLİ NİMET ALP

(TÜRKİYE’NİN MEDAR-I İFTİHARI SES, DANS, TİYATRO VE FİLM YILDIZI);

Bayram günleri, yılbaşı geceleri, doğum günleri, kutlanacak tüm özel günler seninle bir başka güzel oluyordu. Çocuklarla birlikte en başta sen sıraya girer onlarla çocuk olurdun. Ben de hediyemi istiyorum, bahşişimi istiyorum diye bağırırdın. Sonra kolay değil ben senin annenim derdin. Hem bana hem de çocuklarıma manevi annelik yaptın. Sabahları kahvaltıyla başlar, gece sohbetiyle günü bitirirdik. Yerin doldurulamaz. Sensiz her şey boşmuş. 45 yılımız birlikte geçti bu fani dünyada. Her şeyin sonu ölüm, gerçek dünyaya gitmek. Hiç birbirimizi üzmedik ve kırmadık. Nur içinde yat. Mekanın cennet olsun…



29 Aralık 2019 Pazar

YENİ YIL MESAJIM


Bu yeni yıl herkese mutluluk, sağlık, huzur getirsin. Bütün torunlarımın, çocuklarımın, arkadaşlarımın, dostlarımın, beni tanıyan herkesin yeni yılını en içten dileklerimle kutlar, sağlıklı, mutlu, huzurlu, başarılı, sevgi dolu olmalarını Allah’tan niyaz ederim. Terörle savaşan askerlerimizin sağ salim terörün kökünü kazıyıp bitirmelerini, Devletimin bu savaşlara son verip, milletimizi huzur ve refaha kavuşturmasını Cenab-ı Allah’tan dilerim. Sevgilerimle…

11 Aralık 2019 Çarşamba

ŞIKIDIM KOKOREÇ

Kokoreç, paça-kelle çorbası, işkembe çorbası İstinye Şıkıdım Kokoreç'te yenir. Çok yerde yedim ama, bu kadar lezzetli, temiz ve tazesini her zaman burada buluyorum. Teşekkürler...

27 Eylül 2019 Cuma

BOK BÖCEĞİ


Adamın biri arkadaşlarıyla toplanmış, aralarında sohbet ediyorlar. Allah'ın yarattıklarından bahsediyorlar. Adam yahu her şeyi yaratmış da lağımdaki bok böceğini neden yaratmış. Hiç bir faydası yok ki, fakat yine de vardır Allah'ın bir bildiği demiş. Sohbetten sonra herkes evlerine dağılmış. Adam bir hastalanmış, bir hastalanmış ki ayağa dahi kalkamaz hale gelmiş. Yataklara düşmüş. Komada yatar gibi kan ter içinde üç gün geçmiş. Üç gün sonrası karısı rüyasında pir sakallı bir dedenin 41 gün boyunca her gün lağımdan bir bok böceği alıp hap gibi kocasına içirmesini söylemiş. Kadın rüyasını 41 gün boyunca kocasına ilaç gibi bok böceğini içirip tatbik etmiş. Sonunda adam yataktan kalkarak iyileşmiş. Hanım bana ne içirdin de iyileştirdin demiş adam. Nasıl bir mucize haptı o demiş. Kocası kadını çok sıkıştırınca olanı biteni kadın aynen anlatmış. Adam hayretler içerisinde "Allah'ım ben senin işine bir daha hiç karışmam, sorgulamam, sen beni affet" demiş. Bir süre sonra çok güzel günlerden bir gün adam yine arkadaşları ile gemi seyahatine çıkmışlar. Denizin ortasında güzel gün gitmiş, fırtına kıyamet kopmuş, gemi battı batacak, bütün yolcular güvertede çığlık çığlığa bağrışıp namaza durup Allah'a yalvarmaya başlamışlar. Bizim adam da bir kenarda sakince durup onları seyretmeye başlamış. Bunu gören arkadaşları adamın üzerine yürüyüp, sen neden Allah'a yalvarmıyorsun, namaz kılmıyorsun bizimle beraber demişler. Adam da "ben bir kez Allah'ın işine karıştım, 41 tane bok böceği yuttum." Gemiye binmeden önce de ben Allah'a duamı ettim, yalvardım. Onun için ben korkmuyorum. Allah her şeyin hayırlısını verir, her şeye kadirdir, o ne derse o olur, duanızı başınıza bir iş gelmeden önce etmeniz lazımdı demiş...

18 Mayıs 2019 Cumartesi

ODUNCUNUN KARISI


18.05.2019 Bir insan alın teri dökerek, beli bıkını ayrılarak, kafasını yorarak, elinde kazma kürek madende çalışmadıysa oradaki çalışan işçinin kıymetini bilmez. Hiç bir işçinin kıymetini bilmez. Camide hutbe, minarede ezan okumaya benzemez bu iş. İmam hatiplerde lagara lugara yapmaya, imam nikahıyla 9 karı alacam demeye benzemez bu iş. Madende ölen bütün işçilerimiz tıpkı teröristlerle çatışmada ölen askerlerimiz gibi şehit olmuştur. Siz terörist başlarını salmayı düşünüyorsunuz. Yani terörü destekliyorsunuz. Hani ip atmıştınız, ipiniz mi yok asmaya deyip. Şimdi ne oldu? Siz nasıl milliyetçisiniz. Sizden utanıyorum. Nerde Meral Akşener, ner de siz.... Utanıyorum, utanıyorum, utanıyorum sizden...
ODUNCUNUN KARISI
Oduncu tarlasında sabanıyla, hayvanları ile uğraşını bitirdikten sonra her gün ormana gidip kışlık odununu kesip sobalık hale getirerek bir yandan da kış hazırlığını yapıyordu. Fakat karısı kocasının her gün eve getirdiği kalem gibi odunları; bana iyi kadın, merhametli kadın, yardımsever kadın desinler diye etrafındaki komşulara dağıtarak kocasının binbir emekle getirdiği odunları har vurup harman savuruyordu. Adam odun bitti diye karda kışta dahi ormandan odun kesip evine getirmek mecburiyetinde kalıyordu. Getirdiği odunların yetmemesi mümkün değildi. Karısının odunları konu komşuya dağıttığını biliyordu ama karısına olan sevgisinden sesini çıkarmıyordu. Artık o kadar canı sıkılmış, yanmıştı ki artık bu böyle gitmez, takatim kalmadı, elim ayağım tutmaz oldu diye düşündü. Ve sabah kalkınca karısına bu gün kendimi pek iyi hissetmiyorum, ormana odun kesmeye beraber gidelim, sen de bana yardımcı ol dedi. Baltaları alıp karı koca ormana gittiler. Başladılar odun kesmeye. Kadın baltayı salladıkça ahh uhh demeye başladı. Binbir zorlukla odun kesmeyi bitirdiler. Adam kesilen odunların bir kısmını karısının sırtına, çoğunu da kendi sırtına yükleyerek eve dönüş yoluna çıktılar. Kadın yolda offf pufff belim bıkınım ayrıldı, ayaklarım titriyor, tutmuyor diye söylene söylene eve geldiler. Bunların gelişini gören komşular ellerine çuvallarını alıp koşa koşa karşıladılar kadından odun alabilmek için. Fakat kadının canı o kadar yanmıştı ki komşularına; "hadi ormanın yolu şurası kocalarınızı alın da gidin kendi odununuzu kesip getirin, bir daha da odun için benim yanıma gelmeyin, sizi görmek dahi istemiyorum" dedi.

30 Aralık 2018 Pazar

YENİ YIL KUTLAMASI


Yeni yılın bütün insanlığa mutluluk, sağlık, dostluk, barış, bereket, huzur getirmesini ve kötü insanların savaş çığlıklarının susmasını, terörün yok edilmesini, bütün ülkelerin kardeş ve dostça yaşamalarını dilerim.





Formun Üstü


11 Nisan 2018 Çarşamba

SULTAN MAHMUT

Bir gün Sultan Mahmut, halkın durumunu görmek için tebdili kıyafet halkın arasına karışır.
Gider bir kahvehaneye, oturur bir köşeye.
Çırak, maniler söyleyerek kahvehanedekilere neşe ile çay dağıtmaktadır.
Sultan Mahmut'u görünce;
Hoş geldiniz beyim, sizi ilk kez görüyorum, ne arzu edersiniz, emredin, der.
Çırağın bu tavırları Sultan Mahmut'un çok hoşuna gider.
Otur bakalım yanıma, seninle hasbıhal edelim der.
Aman beyim, ben kiiim siz kiiim.
Benim ne haddime sizin yanınıza oturup hasbıhal etmek der.
Otur otur diye ısrar eder Sultan Mahmut, çırakta oturur yanına.
Çoluğun, çocuğun var mıdır diye sorar.
Var Beyzadem, onlara bir ekmek parası için çalışmaktayım.
Hele sizin gibi Beyzadeler sık sık gelirse bahşişler bana iyi geliyor der.
Sultan Mahmut da çayını içtikten sonra bahşişini verir, sarayına döner.
Düşünür taşınır bu adama kendimi belli etmeden nasıl yardım etsem diye.
Aklına gelir, sarayın aşçısına bir tepsi baklava yapmasını, her dilimin arasına da bir altın koymasını ister.
Bu baklava tepsisinin kahvehanedeki çaycı çırağına götürülüp verilmesini emreder.
Geçenlerde çayını içen Beyzade gönderdi, çoluk çocuğu yesin diye de söyleyin der.
Bir kaç gün sonra, Sultan Mahmut tekrar gider kahvehaneye tebdili kıyafet ile çırağın durumunu görmeye.
Sultan Mahmut'u görünce çok sevinir çırak, buyur eder kahvehanenin en güzel köşesine.
Baklava tepsisi için teşekkür eder Sultan Mahmut'a, ama altınlardan hiç bahsetmez.
Sultan Mahmut da meraklanır sorar.
Baklavaları çoluk çocuk yediniz, beğendiniz mi?
Beyzadem, ben o baklavayı eve götürseydim, bir solukta biter yarına bir şey kalmazdı.
Yahudi esnaf komşumla et, ekmek, erzak ile takas ettim.
Bir aydır onları yiyoruz sayende der.
O günden beri de Yahudi komşum hiç görünmüyor, onu da merak ediyorum.
Sultan Mahmut çayını içtikten sonra tekrar sarayına döner.
Bu böyle gizli saklı olmayacak, çaycı çırağını tutun kolundan getirin saraya.
Açın hazinenin kapısını.
Verin eline bir kürek.
Bir seferde bir kürek alabildiği kadar altını almasını söyleyin.
Çırak hazineyi görünce karşısında, başlar eli ayağı titremeye.
Küreği alır eline sallar altınların içine.
Ama o kadar heyecanlanmış ki küreği ters tuttuğunun farkında bile değildir.
Çıkarır küreği altınların içinden.
Bir de bakar ki küreğin sırtında bir tek altın.
Sultan Mahmut, yapacak bir şey yok.
"Vermez ise Mâbut, neylesin Sultan Mahmut" der.
Kısmeti benim elimden değil demek ki diyerek bir altın ile göndermiş çırağı gerisin geriye.
Çırak çok üzülmüş bu işe.
Kahrından kahvehanede çalışmayı da bırakmış.
Bir altın ile almış kendine bir eşek pazardan.
Toplamış evini barkını, çoluk çocuğu ile köyüne dönmek üzere yola revan olmuş.
Yolda giderken o eşek de yükü ağır geldiğinden çatlamış ölmüş.
Kazmış bir çukur mezar, gömmüş eşeği içine.
Başlamış çoluk çocuk ağlamaya.
Açmışlar ellerini başlamışlar duaya biz nasıl gideceğiz köyümüze diye.
Orası da kervan yoluymuş, o anda bir kervan geçiyormuş yanlarından.
Kervan başı sormuş, kiminiz öldü de ağlıyorsunuz bu mezarın başında?
Çırak için eşek o kadar değerli ki;
Burada muhterem bir zat yatmakta diye sözcükler dökülüvermiş ağzından.
Kervan başı da;
Madem ki değerli bir zat yatıyor burada, ben de dua edeyim işlerim rast gitsin.
Duadan sonra içi huzur dolmuş kervan başının.
Al şu bir kese altını demiş çaycı çırağına.
Çaycı çırağı da yapmış kendine bir kulube.
Çevirmiş etrafını, ağaçlandırmış, yapmış mezarı bir türbe.
Kervan başının işi o kadar rast gitmiş ki umduğundan çok daha fazla para kazanmış.
Dönüşte tekrar uğramış kervan aynı yere.
Çok beğenmiş çaycı çırağının yaptıklarını.
Bu muhterem zat sayesinde işlerim rast gitti.
Umduğumdan daha çok para kazandım.
Etmiş duasını yeniden işleri rast gitsin diye.
Vermiş bir kese altın daha çaycı çırağına.
Dilden dile dolaşmış muhterem zat'ın şefahati.
Gelip geçen kervanlar başlamış türbeye uğrayıp muhterem zat'a dualar etmeye.
Her gelen kervan başı da işleri rast gittiğinden bir kese altın bırakıp gitmeye başlamış.
Çaycı çırağı işleri büyütmüş.
Büyük hanlar, hamamlar yaptırmış.
Çaycı çırağı olmuş sana "hancı".
Bir dolu insana iş vererek rızık kapılarını açmış.
Kervanların bütün ihtiyaçlarını temin edip daha çok para kazanmaya başlamış.
Onu ziyaret eden her kesin işi rast gidip, dilekleri kabul oluyor, hastalara şifa, dertlilere deva oluyormuş.
Bu arada Sultan Mahmut amansız bir hastalığın pençesine düşmüş.
Sarayın ve ülkenin bütün hekimleri seferber olmuş.
Sultan Mahmut'un hastalığına bir çare bulamamışlar.
Bir gün Vezirlerinden biri;
Falanca yerde bir muhterem zat'ın türbesi varmış.
Onu ziyaret edip dua eden herkesin dileği kabul, hastalara da şifa oluyormuş.
Sultan Mahmut da çaresiz toplamış mahiyetini gitmiş o türbeye şifa bulmaya.
Handan içeri girip görünce hancıyı hemen tanımışlar birbirlerini Sultan ile çaycı çırağı.
Zaten Sultan Mahmut merak edermiş çaycı çırağını ne yapıyor diye.
Görünce onu mutlu olmuş, içini bir huzur kaplamış.
Çağırmış huzuruna çaycı çırağını işin aslını, nasıl hancı olduğunu öğrenmek için.
Anlat bakalım der Sultan Mahmut nasıl oldu da bu kadar zengin olabildin.
Çaycı çırağı da baş başa kalınca;
Sultan Mahmut'un hazinesinden aldığı bir tek altın ile bir eşek alıp köyüne dönmek istediğini.
Eşeğinin burada öldüğünü.
Türbede eşeğinin yattığını.
Buradan gelip geçenlerin dua edip eşekten şefahat bulduğunu.
Türbeye iyi bakması için kendisine kese kese altın verdiklerini.
O altınlarla da işlerini büyüttüğünü tek tek anlatır Sultan Mahmut'a.
Sultan Mahmut da orada kaldığı süre içinde nüktedan çaycı çırağı ile sohbetler eder.
Sohbet ettikçe ruhuna huzur ve ferahlık dolar.
Nasıl olduğunu anlayamadan şifa bulur, hastalığından eser kalmaz.
Sonradan anlar muhterem zatın eşek değil çaycı çırağının ta kendisi olduğunu.
Gitme zamanı gelince Sultan Mahmut, çağırır huzuruna çaycı çırağını.
Dünya bir değirmendir.
Döndür gitsin.
Koyma suyla değirmen de dönmez.
Oturmayla hiç bir rızık kapısı açılmaz.
Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz.
Çok çalışkanmışsın, iyi işler yapmışsın.
Böyle devam et.
"Allah işini rast getirsin" diyerek vedalaşır.

YILDIZ AÇAR

7 Mart 2018 Çarşamba

U.S.A. YA UYARI !!!


Eeyyy Trump !!!
Ne musubet adammışsın. Bir geldin cihanı birbirine kattın, karıştırdın. Nasıl dostluk, müttefiklik bu. Yoksa ülkendeki ve diğer ülkelerdeki silah tüccarları ile bir ortaklığın mı var? Teröristlerle bir olmak, destek vermek de neyin nesi. Sürekli savaş ortamı yaratıp saf insanları kullanıp kışkırtıyorsun. Halkın ve dünya halkı unutmuyor ama sen ne çabuk unuttun ABD’nin yarattığı teröristlerin ikiz kuleleri vurarak onca masum insanın canına kıydıklarını. Sakın unutma; Terörist bumerang gibidir, fırlatırsın döner seni vurur. Ben tüm insanlar gibi senin halkını da seviyorum. Ama sen sadece kendini seviyorsun anlaşılan…
YILDIZ AÇAR

6 Mart 2018 Salı

KADIN VE ÇOCUKLARIMIZA CİNSEL İSTİSMAR YASASI


Ben 75 yaşında 3 evlat 3 torun sahibi emekli bir kadınım. Sayın Devlet Bahçeli’nin 06.03.2018 tarihinde Meclis Gurubunda yaptığı konuşmadaki çocuklarımıza cinsel istismar ve kadınlarımıza taciz-tecavüz konularındaki fikirlerini sonuna kadar destekliyorum. Esas olan ahlaksız, mütecaviz sapıkları koruyup kollamak değil, hapishanelerde beslemek değil, onların hak ettikleri idam dahil cezayı vermektir. Küçücük çocuklarımızın sapıklarca istismar ve tecavüze maruz kalması bütün hayatlarını alt üst etmesi kabul edilemez. Çocuk yaştaki delikanlıların, genç kızlarımızın okuldan çıkıp birlikte cıvıl cıvıl şakalaşmaları, sevgi ile birbirlerine bakmaları, konuşmaları, dünya meselelerini tartışmaları çok güzel bir şey. Bunları az da olsa çevremde, otobüste, yolda, tramvayda, metroda görmek çok mutluluk veriyor. Çocuklarımız ancak bu şekilde kişilikli yetişir. Ülkemize ve dünyaya yararlı bireyler olurlar. Birbirlerini her türlü melanetten korurlar. Öncelikle yapılacak şey çocuklarımızın kız ve erkek her yerde hep birlikte zaman geçirebilecekleri ortamlar yaratılmasıdır. Kız çocuklarımızın türbana eğilimlerinden vaz geçirilmesi gerekir. Çocuklarımız ve kadınlarımız hakkındaki insan yaşamını kötü yönde tehdit eden söylemlerde bulunan dinci yobazların da mutlaka cinsi sapık kategorisinde değerlendirilip idam dahil en ağır cezayı almaları sağlanmalıdır.
Yıldız Açar

26 Aralık 2017 Salı

ZAM... ZAM... ZAM...

Önemli olan maaşlara zam yapmak değil.
Maaşlara zam yapılınca ardından her şeye zam gelecekse ne işe yarar yapılan zam.
Asıl olan halkın alım gücünü, yaşam kalitesini artırabilmekte.
Bu da çalıp çırpmakla, har vurup harman savurmakla olmaz.
Eğitime, tarıma, sanayiye ağırlık vermekle, üretmekle olur bu işler.
Dincilikle, imam hatip eğitimiyle bu işler olmaaazzz...
Aklınızı başınıza toplayın.
Burası arap ülkesi değil.
Peygamberimiz bile arap olmayı kabul etmemiş. “Ben Dedekorkut soyundanım” demiş.
Sakallı sofular ülkemizi batırmaya çalışıyor.
Peygamberimizin sakalı yoktu, köse idi. Cumhurbaşkanımıza bakın, örnek alın.
Tarihin gerçeklerini saptırmayalım.
Sakal bırakmak haham ve papazların, türban, peçe de yahudi kadın ve rahibelerin mensup olduğu dinlere özgüdür.
Hatta onlar kadınların saçlarını kazıtıp türban takarlar.

İslamiyette türban, peçe, sakal yoktur.

20 Kasım 2017 Pazartesi

ATASÖZLERİNDEN ALINTI

Eskiyi çok yad etme. Gelecekten de feryad etme. Varsa dostun sarıl sımsıkı. Uzat ayağını, ye, iç, bak keyfine. Elindeki ile yetinmeyi bil. Mal, mülk, para diyerek şu kısacık ömürde halini berbat etme. Yıldız Açar

16 Kasım 2017 Perşembe

ANNEANNEMİ ARIYORUM...





Sultan Reşat’ın ölümünden sonra sarayda yaşayan 2 erkek, 1 kız çocuğu Fransız dadıları ile birlikte saray subaylarından Hacı Mehmet Çatal kağnı arabasına samanlar altına gizleyerek saraydan kaçmalarını sağladı. Kağnı ile Harem iskelesine geldiler. Sonra da gemi ile Samsun’da bir hana geldiler. Kız çocuğunu Mısır’da 9 yıl askerlik yapan saray subayı Hacı Mehmet Çatal’ın askerlerinden Çorumlu Hüseyin Bağcı’nın eşi Fadime hanıma emanet edilmek üzere Fadime hanımın kardeşi Delikboğaz lakaplı şahısa teslim ettiler. Kız çocuğunun bakımı içinde 1 kese altın verdiler. Bir süre himaye edilmesini, daha sonra gelip geri alacaklarını söylediler. Erkek çocukları ve dadıları Samsun’dan bir gemi ile İngiltere’ye gittiler. Delikboğaz kız çocuğunu Çorum’a ablası Fadime hanıma götürerek teslim etti. Fadime hanım da kız çocuğunu çok sevmiş, korumuş kollamış, adını Emine koymuş. Birkaç yıl sonra İngiltere’den Çorum’a biri Türk biri İngiliz iki kişi gelmiş. Kız çocuğu Emine’ye “annen seni İngiltere’de bekliyor, seni ona götüreceğiz” demişler.  Ancak Fadime hanım çocuğu vermek istememiş. Çocuğu seni orada öldürecekler diye korkutarak gitmek istememesini sağlamış. Çocuk da gitmem diye çırpınınca biraz daha zaman geçsin, sonra gelir alırız diyerek geri dönmüşler. Ancak bir daha da hiç gelmemişler, gelememişler. Emine 13 yaşına gelince saray subayı Hacı Mehmet Çatal Fadime hanıma “sen bu kıza artık bakamazsın” diyerek Emine’yi cebren almış kendi evine götürmüş. Sonra da çocuk yaşta Emine’yi kendine eş yapmış. Ben saraydan kaçırılan o kız çocuğu Emine’nin kızıyım. Yıllarca annemin son nefesine kadar bu yaşadıklarını, çektiği çileyi dinledim. Annemin nüfus kağıdında anne ve babasının adı yerinde “namalum” yazar. Bu nedenle annemin annesinin mezarını bulup onu ziyaret etmek istiyorum. Başkaca hiçbir gayem yoktur. Bu konu ile ilgili bilgisi olanın bana yazmasını rica ediyorum. Yıldız Açar

2 Nisan 2017 Pazar

NE HAYIR, NE EVET, ÜLKEM İÇİN CUMHURİYET

Ben gerçeklere bakarım. Fabrikalar kapanıyor. Hayvancılık yok oldu. Tarım alanları yok oldu. Çiftçi kan ağlıyor, ekemiyor. Saman ithal eder duruma geldik. Esnaf umutsuz, dükkan kapatıyor. İşsizlik diz boyu. Millet eti kasabın vitrininde seyrediyor. Gemin yatın yoksa mazot benzin el yakıyor. Politika yapanların tuzu kuru, maaşları sebil, koltukları yayla. Benim zavallı fakir halkım ne yapsın, çiftçim, işsizim, esnafım, sanayicim, emeklim, çalışanım, memurum ne yapsın. Her şeye rağmen yine de Cumhuriyet, yine de Demokrasi…

ANNECİĞİM

Bugün senin gerçek dünyaya gittiğin günün yıl dönümü. Senin cennette olduğuna eminim. Ben çocukken emeklilik yoktu. Sen mahallemizde ne kadar fakir, dul, yetim, yaşlı kimsesiz varsa onlara gizlice kahyamız Ahmet abi ile yardım gönderirdin. Odun, kömür ilk onlara gider sonra bize gelirdi. Canım Annem; Allahtan korkmayan, haset, fesat, kıskanç, yalancı, riyakar insanlardan ben bıktım. Senin beni onlara karşı koruduğuna inanıyorum. Senin o gerçek dünyada mutlu olduğuna inanıyorum. Ben senin bir gün yalan söylediğini, bir gün mollalardan medet umduğunu görmedim. Yobaz hocalardan, büyücülerden nefret ederdin. Beni de “hacı olma, hoca olma, hakiki Müslüman ol” felsefesiyle yetiştirdin. Sana teşekkür ederim. Seni gerçek seven kızın.

4 Haziran 2015 Perşembe

SULTAN MAHMUT

Bir gün Sultan Mahmut, halkın durumunu görmek için tebdili kıyafet halkın arasına karışır.
Gider bir kahvehaneye, oturur bir köşeye.
Çırak, maniler söyleyerek kahvehanedekilere neşe ile çay dağıtmaktadır.
Sultan Mahmut'u görünce;
Hoş geldiniz beyim, sizi ilk kez görüyorum, ne arzu edersiniz, emredin, der.
Çırağın bu tavırları Sultan Mahmut'un çok hoşuna gider.
Otur bakalım yanıma, seninle hasbıhal edelim der.
Aman beyim, ben kiiim siz kiiim.
Benim ne haddime sizin yanınıza oturup hasbıhal etmek der.
Otur otur diye ısrar eder Sultan Mahmut, çırakta oturur yanına.
Çoluğun, çocuğun var mıdır diye sorar.
Var Beyzadem, onlara bir ekmek parası için çalışmaktayım.
Hele sizin gibi Beyzadeler sık sık gelirse bahşişler bana iyi geliyor der.
Sultan Mahmut da çayını içtikten sonra bahşişini verir, sarayına döner.
Düşünür taşınır bu adama kendimi belli etmeden nasıl yardım etsem diye.
Aklına gelir, sarayın aşçısına bir tepsi baklava yapmasını, her dilimin arasına da bir altın koymasını ister.
Bu baklava tepsisinin kahvehanedeki çaycı çırağına götürülüp verilmesini emreder.
Geçenlerde çayını içen Beyzade gönderdi, çoluk çocuğu yesin diye de söyleyin der.
Bir kaç gün sonra, Sultan Mahmut tekrar gider kahvehaneye tebdili kıyafet ile çırağın durumunu görmeye.
Sultan Mahmut'u görünce çok sevinir çırak, buyur eder kahvehanenin en güzel köşesine.
Baklava tepsisi için teşekkür eder Sultan Mahmut'a, ama altınlardan hiç bahsetmez.
Sultan Mahmut da meraklanır sorar.
Baklavaları çoluk çocuk yediniz, beğendiniz mi?
Beyzadem, ben o baklavayı eve götürseydim, bir solukta biter yarına bir şey kalmazdı.
Yahudi esnaf komşumla et, ekmek, erzak ile takas ettim.
Bir aydır onları yiyoruz sayende der.
O günden beri de Yahudi komşum hiç görünmüyor, onu da merak ediyorum.
Sultan Mahmut çayını içtikten sonra tekrar sarayına döner.
Bu böyle gizli saklı olmayacak, çaycı çırağını tutun kolundan getirin saraya.
Açın hazinenin kapısını.
Verin eline bir kürek.
Bir seferde bir kürek alabildiği kadar altını almasını söyleyin.
Çırak hazineyi görünce karşısında, başlar eli ayağı titremeye.
Küreği alır eline sallar altınların içine.
Ama o kadar heyecanlanmış ki küreği ters tuttuğunun farkında bile değildir.
Çıkarır küreği altınların içinden.
Bir de bakar ki küreğin sırtında bir tek altın.
Sultan Mahmut, yapacak bir şey yok.
"Vermez ise Mâbut, neylesin Sultan Mahmut" der.
Kısmeti benim elimden değil demek ki diyerek bir altın ile göndermiş çırağı gerisin geriye.
Çırak çok üzülmüş bu işe.
Kahrından kahvehanede çalışmayı da bırakmış.
Bir altın ile almış kendine bir eşek pazardan.
Toplamış evini barkını, çoluk çocuğu ile köyüne dönmek üzere yola revan olmuş.
Yolda giderken o eşek de yükü ağır geldiğinden çatlamış ölmüş.
Kazmış bir çukur mezar, gömmüş eşeği içine.
Başlamış çoluk çocuk ağlamaya.
Açmışlar ellerini başlamışlar duaya biz nasıl gideceğiz köyümüze diye.
Orası da kervan yoluymuş, o anda bir kervan geçiyormuş yanlarından.
Kervan başı sormuş, kiminiz öldü de ağlıyorsunuz bu mezarın başında?
Çırak için eşek o kadar değerli ki;
Burada muhterem bir zat yatmakta diye sözcükler dökülüvermiş ağzından.
Kervan başı da;
Madem ki değerli bir zat yatıyor burada, ben de dua edeyim işlerim rast gitsin.
Duadan sonra içi huzur dolmuş kervan başının.
Al şu bir kese altını demiş çaycı çırağına.
Çaycı çırağı da yapmış kendine bir kulube.
Çevirmiş etrafını, ağaçlandırmış, yapmış mezarı bir türbe.
Kervan başının işi o kadar rast gitmiş ki umduğundan çok daha fazla para kazanmış.
Dönüşte tekrar uğramış kervan aynı yere.
Çok beğenmiş çaycı çırağının yaptıklarını.
Bu muhterem zat sayesinde işlerim rast gitti.
Umduğumdan daha çok para kazandım.
Etmiş duasını yeniden işleri rast gitsin diye.
Vermiş bir kese altın daha çaycı çırağına.
Dilden dile dolaşmış muhterem zat'ın şefahati.
Gelip geçen kervanlar başlamış türbeye uğrayıp muhterem zat'a dualar etmeye.
Her gelen kervan başı da işleri rast gittiğinden bir kese altın bırakıp gitmeye başlamış.
Çaycı çırağı işleri büyütmüş.
Büyük hanlar, hamamlar yaptırmış.
Çaycı çırağı olmuş sana "hancı".
Bir dolu insana iş vererek rızık kapılarını açmış.
Kervanların bütün ihtiyaçlarını temin edip daha çok para kazanmaya başlamış.
Onu ziyaret eden her kesin işi rast gidip, dilekleri kabul oluyor, hastalara şifa, dertlilere deva oluyormuş.
Bu arada Sultan Mahmut amansız bir hastalığın pençesine düşmüş.
Sarayın ve ülkenin bütün hekimleri seferber olmuş.
Sultan Mahmut'un hastalığına bir çare bulamamışlar.
Bir gün Vezirlerinden biri;
Falanca yerde bir muhterem zat'ın türbesi varmış.
Onu ziyaret edip dua eden herkesin dileği kabul, hastalara da şifa oluyormuş.
Sultan Mahmut da çaresiz toplamış mahiyetini gitmiş o türbeye şifa bulmaya.
Handan içeri girip görünce hancıyı hemen tanımışlar birbirlerini Sultan ile çaycı çırağı.
Zaten Sultan Mahmut merak edermiş çaycı çırağını ne yapıyor diye.
Görünce onu mutlu olmuş, içini bir huzur kaplamış.
Çağırmış huzuruna çaycı çırağını işin aslını, nasıl hancı olduğunu öğrenmek için.
Anlat bakalım der Sultan Mahmut nasıl oldu da bu kadar zengin olabildin.
Çaycı çırağı da baş başa kalınca;
Sultan Mahmut'un hazinesinden aldığı bir tek altın ile bir eşek alıp köyüne dönmek istediğini.
Eşeğinin burada öldüğünü.
Türbede eşeğinin yattığını.
Buradan gelip geçenlerin dua edip eşekten şefahat bulduğunu.
Türbeye iyi bakması için kendisine kese kese altın verdiklerini.
O altınlarla da işlerini büyüttüğünü tek tek anlatır Sultan Mahmut'a.
Sultan Mahmut da orada kaldığı süre içinde nüktedan çaycı çırağı ile sohbetler eder.
Sohbet ettikçe ruhuna huzur ve ferahlık dolar.
Nasıl olduğunu anlayamadan şifa bulur, hastalığından eser kalmaz.
Sonradan anlar muhterem zatın eşek değil çaycı çırağının ta kendisi olduğunu.
Gitme zamanı gelince Sultan Mahmut, çağırır huzuruna çaycı çırağını.
Dünya bir değirmendir.
Döndür gitsin.
Koyma suyla değirmen de dönmez.
Oturmayla hiç bir rızık kapısı açılmaz.
Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz.
Çok çalışkanmışsın, iyi işler yapmışsın.
Böyle devam et.
"Allah işini rast getirsin" diyerek vedalaşır.

YILDIZ AÇAR

HAMALIN AHİRET SORGUSU...

Bir şehrin en zengini öldüğünde, tellallar sokaklara dökülüp;  ”Ey ahali” diye bağırmışlar. “Biliyorsunuz Veli Efendi öldü. Bir vasiyeti var. Ahiret hayatına alışabilmek için kendisine bir günlük yardımcı arıyor. Kim ki, mezardaki ilk gecesini onunla beraber girip geçirirse, Veli Efendi’ye ait servetin yarısı kendisine verilecektir. Ey ahali, duyduk duymadık demeyin.”

Tellalların bütün çabasına rağmen kimse bu parlak, fakat korkulu vasiyete kulak vermemiş. Ama sonunda, şehrin en fakir sırt hamallarından birisi çıkmış ortaya. Adamcağız bakmış ki, hayatta zaten sırtındaki küfesinden ve ipinden başka bir şeyi yok. O halde “hamal olarak yatıp, ertesi sabah zengin olarak kalkarım” diyerek razı olmuş. Genişçe bir mezara, iyice kefenlenen zengini ve yanına da hamalı yatırmışlar. Az sonra sual melekleri gelmiş. “İkisi de bize emanet” diye konuşmuşlar. “Zengin nasıl olsa kalacak, şu hamaldan başlayalım.”

Sormuşlar;
- Dünyada malın mülkün var mıydı?
- Alay etmeyin demiş hamal, sırtımdaki küfeden ve ipten başka hiç bir şeyim olmadığını siz de bilirsiniz.
- Peki diye eklemiş melekler, o ipi ne karşılığında aldın? Sonra küfeyi ne iş gördün de nasıl elde ettin?
Anlatmış hamalcağız;
- Beş kişinin malını 10 kuruşa taşıdım. İkisini yedim,
sekizini sakladım. Ertesi gün de ayni işleri yaptım. Yemedim içmedim, ucuza taşıdım ve bunları aldım.
Melekler;
- Cık demişler, Cık... olmadı... Hasan Efendi’den aldığın para, hak ettiğinden çok düşük. Biz ondan bunun hesabını soracağız. Mehmet Efendi’yle de ucuza anlaşmış ve ucuza taşımışsın.
- İyi ama, diye cevaplamış hamal; hakettiğim parayı isteseydim, bana taşıttırmazdı. Taşıttırmayınca da aç kalırdım...
- O bizim işimiz demiş melekler, nasıl olsa buraya o da gelecek. Biz senin adına ona sorarız…
Melekler, hamalı sıkıştırmaya devam etmiş.
- Söyle bakalım, aldığın paranın kaçını yedin, kaçını sakladın?
- On kuruş aldı isem, yarısını sakladım. iki kuruş aldı isem, bir kuruşunu biriktirdim demiş hamal.
- Cık demiş melekler... Yine olmadı, hem ucuza taşımışsın, hem de gıdandan kesmişsin. Yani sen, kendi nefsine zulmetmişsin. Nefsine zulmetmek de günahtır, bilmez misin?

Hamalcağız ne cevap vereceğini düşünüp ecel terleri dökerken, bir de bakmış ki sabah olmuş. Acilen mezardan yukarıya bir bakmış ki, bütün millet orada... Kadı Efendi ve şehrin mehter takımı da kendisini bekliyor. Bir kıyamet ki sormayın. "Kutlu olsun" demişler... "Bu gece kimsenin yapamayacağı bir işi başardın ama, bak artık zengin oldun."


- Yooo diye bağırmış hamal. İstemem, sizin olsun... Ben, bir iple küfenin hesabını sabaha kadar veremedim, ya o kadar servetim olsaydı ne yapardım?

30 Aralık 2014 Salı

KUYRUK ACISI


Vakti zamanında adamın birinin yürüyerek bir saat mesafede çorak bir tarlası varmış. Her gün sabah ezanı ile kalkar tarlasına gider çalışırmış. Her gün yorulunca dinlendiği tarlasının kenarındaki gölgelik büyük kayanın dibine sırtını dayayıp oturmuş. Kayanın altındaki kovuktan bir ses gelmiş. "Korkma ben bir yılanım" demiş ve meydana çıkmış. Adam ürkerek yılana bakmış ve pür dikkat dinlemeye başlamış yılanı.

Yılan; "Senelerdir bu kovuktan seni seyrediyorum. Çok çalışkansın, hiç bıkmadan usanmadan bu çorak tarlanı ekip biçiyorsun. Artık dinlenmeyi hak ettin. Yine tarlanla uğraş. Bana her gün bir tas süt getir, ben de sütü içtikten sonra tasına bir altın atayım. Yalnız sakın ola ki bizim bu sırrımızı hiç kimseye söyleme." demiş.

Adam her gün tarlasına giderken yılan için bir tas süt götürmeye, yılanın verdiği bir altını almaya başlamış. Aradan bir hayli zaman geçmiş. Adam yılanın verdiği altınlar ile bayağı zenginlemiş, hanlar hamamlar yaptırmış, çoluğu çocuğu refah içinde yaşamaya başlamış. Adam çok zengin olmasına rağmen yılanı aç bırakmamak için her gün tarlasına gidip yılana bir tas sütünü götürmeye, yılan da adamın her gün tasına bir altın bırakmaya devam etmişler.

Bir gün adam çok hastalanmış, günlerce yatağından kalkamamış. Aklı sürekli yılanda, süt götüremediği için aç kaldığına çok üzülüyormuş.  Dayanamamış, oğlunu yanına çağırmış. "Oğlum; bak ben hastalandım, ayağa kalkamıyorum. Sana bir sır vereceğim. Sakın ola ki söylediklerimin dışına çıkma, yanlış bir şey yapma. Biz bu zenginliği nasıl elde ettik anlayacaksın. Bana söz ver."

Oğlu da adama; "Tamam baba, sana söz veriyorum dediklerin ne ise onu yapacağım."

Bak oğul; "Bizim çorak tarlanın kenarında büyük bir kaya var. O kayanın artındaki kovukta bir yılan yaşıyor. Bir gün yılan dile gelip benden her gün bir tas süt getirmemi istedi. O da bana her gün bir altın verdi. İşte biz bu zenginliğimizi böyle elde ettik. Kaç gündür hastalandığımdan gidemiyorum, yılanı da çok merak ediyorum. Şimdi sıra sende. Benim yerime her gün sen bir tas sütü götür, yılanın tasın içine bıraktığı altını al gel. Sakın ola ki yılana bir zarar verme." der.

Adamın oğlu babasının sözünü tutar, her gün yılana bir tas sütü götürmeye başlar. Aradan bir hayli zaman geçtikten sonra, şeytan işe koyulur, oğlanın aklını çelmeye başlar.

Oğlan; "Ben ne diye her gün bir saatlik yola gidip geleyim. Her gün bir tane alacağıma yılanı öldürür altınların hepsini birden alırım" der. Ertesi sabah yılana sütü götürürken yanına bir de balta alır. Sütü yılanın önüne koyar. Yılan sütü içmeye başlar, fakat çok tedirgin olur oğlanın hareketlerinden. Sütünü içerken oğlan baltayı yılana sallar. Ancak balta sadece yılanın kuyruğunu koparır. Yılan da oğlanı ısırarak zehirler öldürür.

Babası günlerce oğlunun eve gelmediğinden kuşkulanır, merak eder. Hasta haliyle yatağından kalkar, yılanın kovuğuna gider. Bir de bakar ki oğlu kayanın dibinde ölmüş, kalmış.

Oğlunu toprağa verdikten sonra yine yanına bir tas süt alarak yılanın kovuğuna gider. Sütü kovuğun kenarına usulca koyar, beklemeye başlar. Yılan yavaş yavaş kovuğundan çıkar. Adam yılanın kuyruğunun kesilmiş olduğunu görür, çok üzülür.

Yılan yine dile gelir; "Ben sana sırrımızı kimseye söyleme demedim mi? Herkes senin gibi iyi, şefkatli, muhterem bir insan olamaz. İnsanları hırsları mahveder, kahreder, bitirir. Onlardan biri de senin oğlundu, kanaatkar değildi. Aza tamah etmeyen çoğu bulamaz. Ben senin getirdiğin bir tas sütü son kez içeceğim, tasına da bir altını bırakacağım."

Adam; "Ben seni bırakmak istemiyorum."

Yılan; "Yoook olamaz artık, mümkün değil. Sen de acıların en büyüğü evlat acısı, yürek acısı var. Bende de kuyruğumun acısı var. Bundan sonra ne sen beni gör, ne de ben seni göreyim. Sen yoluna ben kovuğuma." der.

YILDIZ AÇAR