4 Haziran 2015 Perşembe

SULTAN MAHMUT

Bir gün Sultan Mahmut, halkın durumunu görmek için tebdili kıyafet halkın arasına karışır.
Gider bir kahvehaneye, oturur bir köşeye.
Çırak, maniler söyleyerek kahvehanedekilere neşe ile çay dağıtmaktadır.
Sultan Mahmut'u görünce;
Hoş geldiniz beyim, sizi ilk kez görüyorum, ne arzu edersiniz, emredin, der.
Çırağın bu tavırları Sultan Mahmut'un çok hoşuna gider.
Otur bakalım yanıma, seninle hasbıhal edelim der.
Aman beyim, ben kiiim siz kiiim.
Benim ne haddime sizin yanınıza oturup hasbıhal etmek der.
Otur otur diye ısrar eder Sultan Mahmut, çırakta oturur yanına.
Çoluğun, çocuğun var mıdır diye sorar.
Var Beyzadem, onlara bir ekmek parası için çalışmaktayım.
Hele sizin gibi Beyzadeler sık sık gelirse bahşişler bana iyi geliyor der.
Sultan Mahmut da çayını içtikten sonra bahşişini verir, sarayına döner.
Düşünür taşınır bu adama kendimi belli etmeden nasıl yardım etsem diye.
Aklına gelir, sarayın aşçısına bir tepsi baklava yapmasını, her dilimin arasına da bir altın koymasını ister.
Bu baklava tepsisinin kahvehanedeki çaycı çırağına götürülüp verilmesini emreder.
Geçenlerde çayını içen Beyzade gönderdi, çoluk çocuğu yesin diye de söyleyin der.
Bir kaç gün sonra, Sultan Mahmut tekrar gider kahvehaneye tebdili kıyafet ile çırağın durumunu görmeye.
Sultan Mahmut'u görünce çok sevinir çırak, buyur eder kahvehanenin en güzel köşesine.
Baklava tepsisi için teşekkür eder Sultan Mahmut'a, ama altınlardan hiç bahsetmez.
Sultan Mahmut da meraklanır sorar.
Baklavaları çoluk çocuk yediniz, beğendiniz mi?
Beyzadem, ben o baklavayı eve götürseydim, bir solukta biter yarına bir şey kalmazdı.
Yahudi esnaf komşumla et, ekmek, erzak ile takas ettim.
Bir aydır onları yiyoruz sayende der.
O günden beri de Yahudi komşum hiç görünmüyor, onu da merak ediyorum.
Sultan Mahmut çayını içtikten sonra tekrar sarayına döner.
Bu böyle gizli saklı olmayacak, çaycı çırağını tutun kolundan getirin saraya.
Açın hazinenin kapısını.
Verin eline bir kürek.
Bir seferde bir kürek alabildiği kadar altını almasını söyleyin.
Çırak hazineyi görünce karşısında, başlar eli ayağı titremeye.
Küreği alır eline sallar altınların içine.
Ama o kadar heyecanlanmış ki küreği ters tuttuğunun farkında bile değildir.
Çıkarır küreği altınların içinden.
Bir de bakar ki küreğin sırtında bir tek altın.
Sultan Mahmut, yapacak bir şey yok.
"Vermez ise Mâbut, neylesin Sultan Mahmut" der.
Kısmeti benim elimden değil demek ki diyerek bir altın ile göndermiş çırağı gerisin geriye.
Çırak çok üzülmüş bu işe.
Kahrından kahvehanede çalışmayı da bırakmış.
Bir altın ile almış kendine bir eşek pazardan.
Toplamış evini barkını, çoluk çocuğu ile köyüne dönmek üzere yola revan olmuş.
Yolda giderken o eşek de yükü ağır geldiğinden çatlamış ölmüş.
Kazmış bir çukur mezar, gömmüş eşeği içine.
Başlamış çoluk çocuk ağlamaya.
Açmışlar ellerini başlamışlar duaya biz nasıl gideceğiz köyümüze diye.
Orası da kervan yoluymuş, o anda bir kervan geçiyormuş yanlarından.
Kervan başı sormuş, kiminiz öldü de ağlıyorsunuz bu mezarın başında?
Çırak için eşek o kadar değerli ki;
Burada muhterem bir zat yatmakta diye sözcükler dökülüvermiş ağzından.
Kervan başı da;
Madem ki değerli bir zat yatıyor burada, ben de dua edeyim işlerim rast gitsin.
Duadan sonra içi huzur dolmuş kervan başının.
Al şu bir kese altını demiş çaycı çırağına.
Çaycı çırağı da yapmış kendine bir kulube.
Çevirmiş etrafını, ağaçlandırmış, yapmış mezarı bir türbe.
Kervan başının işi o kadar rast gitmiş ki umduğundan çok daha fazla para kazanmış.
Dönüşte tekrar uğramış kervan aynı yere.
Çok beğenmiş çaycı çırağının yaptıklarını.
Bu muhterem zat sayesinde işlerim rast gitti.
Umduğumdan daha çok para kazandım.
Etmiş duasını yeniden işleri rast gitsin diye.
Vermiş bir kese altın daha çaycı çırağına.
Dilden dile dolaşmış muhterem zat'ın şefahati.
Gelip geçen kervanlar başlamış türbeye uğrayıp muhterem zat'a dualar etmeye.
Her gelen kervan başı da işleri rast gittiğinden bir kese altın bırakıp gitmeye başlamış.
Çaycı çırağı işleri büyütmüş.
Büyük hanlar, hamamlar yaptırmış.
Çaycı çırağı olmuş sana "hancı".
Bir dolu insana iş vererek rızık kapılarını açmış.
Kervanların bütün ihtiyaçlarını temin edip daha çok para kazanmaya başlamış.
Onu ziyaret eden her kesin işi rast gidip, dilekleri kabul oluyor, hastalara şifa, dertlilere deva oluyormuş.
Bu arada Sultan Mahmut amansız bir hastalığın pençesine düşmüş.
Sarayın ve ülkenin bütün hekimleri seferber olmuş.
Sultan Mahmut'un hastalığına bir çare bulamamışlar.
Bir gün Vezirlerinden biri;
Falanca yerde bir muhterem zat'ın türbesi varmış.
Onu ziyaret edip dua eden herkesin dileği kabul, hastalara da şifa oluyormuş.
Sultan Mahmut da çaresiz toplamış mahiyetini gitmiş o türbeye şifa bulmaya.
Handan içeri girip görünce hancıyı hemen tanımışlar birbirlerini Sultan ile çaycı çırağı.
Zaten Sultan Mahmut merak edermiş çaycı çırağını ne yapıyor diye.
Görünce onu mutlu olmuş, içini bir huzur kaplamış.
Çağırmış huzuruna çaycı çırağını işin aslını, nasıl hancı olduğunu öğrenmek için.
Anlat bakalım der Sultan Mahmut nasıl oldu da bu kadar zengin olabildin.
Çaycı çırağı da baş başa kalınca;
Sultan Mahmut'un hazinesinden aldığı bir tek altın ile bir eşek alıp köyüne dönmek istediğini.
Eşeğinin burada öldüğünü.
Türbede eşeğinin yattığını.
Buradan gelip geçenlerin dua edip eşekten şefahat bulduğunu.
Türbeye iyi bakması için kendisine kese kese altın verdiklerini.
O altınlarla da işlerini büyüttüğünü tek tek anlatır Sultan Mahmut'a.
Sultan Mahmut da orada kaldığı süre içinde nüktedan çaycı çırağı ile sohbetler eder.
Sohbet ettikçe ruhuna huzur ve ferahlık dolar.
Nasıl olduğunu anlayamadan şifa bulur, hastalığından eser kalmaz.
Sonradan anlar muhterem zatın eşek değil çaycı çırağının ta kendisi olduğunu.
Gitme zamanı gelince Sultan Mahmut, çağırır huzuruna çaycı çırağını.
Dünya bir değirmendir.
Döndür gitsin.
Koyma suyla değirmen de dönmez.
Oturmayla hiç bir rızık kapısı açılmaz.
Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz.
Çok çalışkanmışsın, iyi işler yapmışsın.
Böyle devam et.
"Allah işini rast getirsin" diyerek vedalaşır.

YILDIZ AÇAR

HAMALIN AHİRET SORGUSU...

Bir şehrin en zengini öldüğünde, tellallar sokaklara dökülüp;  ”Ey ahali” diye bağırmışlar. “Biliyorsunuz Veli Efendi öldü. Bir vasiyeti var. Ahiret hayatına alışabilmek için kendisine bir günlük yardımcı arıyor. Kim ki, mezardaki ilk gecesini onunla beraber girip geçirirse, Veli Efendi’ye ait servetin yarısı kendisine verilecektir. Ey ahali, duyduk duymadık demeyin.”

Tellalların bütün çabasına rağmen kimse bu parlak, fakat korkulu vasiyete kulak vermemiş. Ama sonunda, şehrin en fakir sırt hamallarından birisi çıkmış ortaya. Adamcağız bakmış ki, hayatta zaten sırtındaki küfesinden ve ipinden başka bir şeyi yok. O halde “hamal olarak yatıp, ertesi sabah zengin olarak kalkarım” diyerek razı olmuş. Genişçe bir mezara, iyice kefenlenen zengini ve yanına da hamalı yatırmışlar. Az sonra sual melekleri gelmiş. “İkisi de bize emanet” diye konuşmuşlar. “Zengin nasıl olsa kalacak, şu hamaldan başlayalım.”

Sormuşlar;
- Dünyada malın mülkün var mıydı?
- Alay etmeyin demiş hamal, sırtımdaki küfeden ve ipten başka hiç bir şeyim olmadığını siz de bilirsiniz.
- Peki diye eklemiş melekler, o ipi ne karşılığında aldın? Sonra küfeyi ne iş gördün de nasıl elde ettin?
Anlatmış hamalcağız;
- Beş kişinin malını 10 kuruşa taşıdım. İkisini yedim,
sekizini sakladım. Ertesi gün de ayni işleri yaptım. Yemedim içmedim, ucuza taşıdım ve bunları aldım.
Melekler;
- Cık demişler, Cık... olmadı... Hasan Efendi’den aldığın para, hak ettiğinden çok düşük. Biz ondan bunun hesabını soracağız. Mehmet Efendi’yle de ucuza anlaşmış ve ucuza taşımışsın.
- İyi ama, diye cevaplamış hamal; hakettiğim parayı isteseydim, bana taşıttırmazdı. Taşıttırmayınca da aç kalırdım...
- O bizim işimiz demiş melekler, nasıl olsa buraya o da gelecek. Biz senin adına ona sorarız…
Melekler, hamalı sıkıştırmaya devam etmiş.
- Söyle bakalım, aldığın paranın kaçını yedin, kaçını sakladın?
- On kuruş aldı isem, yarısını sakladım. iki kuruş aldı isem, bir kuruşunu biriktirdim demiş hamal.
- Cık demiş melekler... Yine olmadı, hem ucuza taşımışsın, hem de gıdandan kesmişsin. Yani sen, kendi nefsine zulmetmişsin. Nefsine zulmetmek de günahtır, bilmez misin?

Hamalcağız ne cevap vereceğini düşünüp ecel terleri dökerken, bir de bakmış ki sabah olmuş. Acilen mezardan yukarıya bir bakmış ki, bütün millet orada... Kadı Efendi ve şehrin mehter takımı da kendisini bekliyor. Bir kıyamet ki sormayın. "Kutlu olsun" demişler... "Bu gece kimsenin yapamayacağı bir işi başardın ama, bak artık zengin oldun."


- Yooo diye bağırmış hamal. İstemem, sizin olsun... Ben, bir iple küfenin hesabını sabaha kadar veremedim, ya o kadar servetim olsaydı ne yapardım?